KURUMSAL
SON DUYURULAR
![EŞREF OSMANAĞAOĞLU'NUN MUNZAM VAKFA ÇEKTİĞİ İHTARNAME](https://www.turkbank-dernek.org/imgs/70x55x2/19-6-201986d81ffe21ec4842b2a8eed7b02ab72b214ca92cd4f84923b68e94affe658e04.jpg)
EŞREF OSMANAĞAOĞLU'NUN MUNZAM VAKFA ÇEKTİĞİ İHTARNAME
30 Aralık 2021![MUNZAM VAKFIN 25.11.2021 TARİHLİ GENEL KURUL İÇİN İLAN ETTİĞİ BİLANÇO](https://www.turkbank-dernek.org/imgs/70x55x2/19-6-201986d81ffe21ec4842b2a8eed7b02ab72b214ca92cd4f84923b68e94affe658e04_1.jpg)
MUNZAM VAKFIN 25.11.2021 TARİHLİ GENEL KURUL İÇİN İLAN ETTİĞİ BİLANÇO
08 Kasım 2021![MUNZAM VAKFIN 25.11.2021 TARİHLİ GENEL KURUL İLANI](https://www.turkbank-dernek.org/imgs/70x55x2/19-6-201986d81ffe21ec4842b2a8eed7b02ab72b214ca92cd4f84923b68e94affe658e04.jpg)
MUNZAM VAKFIN 25.11.2021 TARİHLİ GENEL KURUL İLANI
08 Kasım 2021![YARGITAYDAN EMEKLİLERE ÜZÜCÜ KARAR; Eksik zam yapıldığı iddiasıyla açılan dava usulden bozuldu!](https://www.turkbank-dernek.org/imgs/70x55x2/basin_1_4_1_12.png)
YARGITAYDAN EMEKLİLERE ÜZÜCÜ KARAR; Eksik zam yapıldığı iddiasıyla açılan dava usulden bozuldu!
06 Ekim 2021![EMEKLİNİN, 2002 ve 2006 YILLARINA YÖNELİK ALACAKLARI İÇİN TÜRKİYE EMEKLİLER DERNEĞİNİN AÇTIĞI EMSAL DAVA, YARGITAYDA GÖRÜŞÜLÜYOR](https://www.turkbank-dernek.org/imgs/70x55x2/basin_1_4_1_11.png)
EMEKLİNİN, 2002 ve 2006 YILLARINA YÖNELİK ALACAKLARI İÇİN TÜRKİYE EMEKLİLER DERNEĞİNİN AÇTIĞI EMSAL DAVA, YARGITAYDA GÖRÜŞÜLÜYOR
06 Ekim 2021![AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARI-TÜRKÇE](https://www.turkbank-dernek.org/imgs/950x534x2/indir-3_1.jpg)
AVRUPA KONSEYİ
İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
İKİNCİ DAİRE
TÜRK TİCARET BANKASI MUNZAM SOSYAL GÜVENLİK
EMEKLİ VE YARDIM SANDIĞI VAKFININ
Türkiye aleyhine vermiş olduğu
48925/99 ve 36109/04
Sayılı dilekçelerinin
KABUL EDİLEBİLİRLİĞİ ile ilgili KARAR
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Daire) 23 Mayıs 2006 tarihinde aşağıdaki üyelerden ibaret olarak toplanmış,
Sayın J. P. COSTA, Başkan
Sayın I. CABRAL BARRETO
Sayın R. TÜRMEN
Sayın M. UGREKHELIDZA
Sayın A. MULARONI
Sayın E. FURA-SANDSTÖRM
Sayın D. POPOVIC
Ve Sayın S. DOLLE Daire Sekreteri
Ve 20 Mayıs 1999 ile 10 Eylül 2004 te verilmiş bulunan yukarıda söz konusu dilekçelerle ilgili olarak aşağıdaki kararları almıştır.
GEREKÇE:
Başvuruda bulunan Türk Ticaret Bankası Munzam Sosyal Güvenlik Emekli ve Yardım Sandığı Vakfı 1975 yılında İstanbul’da bir vakıf olarak kurulmuştur (burada “başvuran” denilir). Mahkeme huzurunda Ankara’da faaliyet gösteren Avukat Erbaşar Özsoy tarafından temsil edilmiştir.
Başvuran 48925/99 sayılı ilk dilekçesini 1999 yılında vermiş ve bundan beş yıl sonra 36104/04 sayılı müteakip dilekçesini vermiştir. Dilekçeler süregelen aynı konuyu içerdiğinden bir arada ele alınmıştır.
A. Gelişmeler
Vakanın gelişmeleri başvuranın belirttiği şekilde aşağıdaki gibi özetlenebilir.
Vakanın olduğu tarihte başvuran Türk Ticaret Bankasının (burada “banka” denilir) hisselerinin yüzde seksenine (%80) sahip bulunmaktaydı.
Banka iddia edildiği üzere 1990’ların başlarından itibaren belirli bir holding şirketine yüklü miktarda kredi vermiştir. Bu kredilerin telafi edilmemiş olmasına rağmen Banka ilave tutarlar aktarmaya devam etmiştir. 1994’e gelindiğinde bu kredilerin tutarı Bankanın toplam portföyünün %48’ini oluşturmaktaydı. Banka daha sonra borçlu holding şirket ile borçların yeniden yapılandırılması için bir program imzalamıştır.
2 Eylül 1994’te Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı (burada “Bakanlık” denilir) bankanın mali yapısı şiddetle zayıfladığı gerekçesiyle 3182 sayılı Bankalar kanunu 64.1 maddesi gereğince bankayı “yakın takibe” almıştır.
1. Başvuranın genel kurulu toplama çabaları
Banka 26 Mart 1995 tarihinde bir hissedarlar genel kurul toplantısı yapmıştır. Hissedarlar bankanın mali hesaplarını inceledikten sonra bankanın yöneticilerini kendi münferit şartlarına dönük olarak her türlü görevden azletmiştir.
Banka 29 Mart 1996 tarihinde bir genel kurul toplantısı daha yaparak yönetim kurulunu bir kez daha görevden azletmiştir.
Başvuran Aralık 1996’da yönetim kurulundan hemen akabinde denetim kurulundan esas olarak Bankanın varlıklarını, borçlarını ve geri dönmeyen kredileri görüşmek üzere bir olağanüstü genel kurul toplantısı yapılmasını talep etmiştir. Teklif edilen gündem zamansız ve Bankanın mali krizini çözümlemekte yetersiz olduğu gerekçesiyle talepleri reddedilmiştir. Başvuran daha sonra talebinde bu kez olağan genel kurul toplantısı isteği ile ısrar etmiş bu talebi de aynı gerekçeyle reddedilmiştir.
Başvuran 18 Mart 1997 tarihinde İstanbul 7’nci Ticaret Mahkemesine başvurarak genel konularla birlikte yeni bir yönetim kurulu atanması, dağıtılacak temettülerin kararlaştırılması ve Bankanın geri dönmeyen kredilerinin bunlardan sorumlu olanların belirlenmesi gündemiyle genel kurul toplantısı yapılması yetkisi talebinde bulunmuştur.
Mahkeme 13 Mayıs 1997 tarihinde gündem maddelerinin bazılarını mesnetsiz ve haksız olduğu gerekçesiyle çıkarmakla birlikte yetkiyi vermiştir. Bankanın yönetim kurulu temyize gitmiştir.
Bankanın mali yapısının giderek bozulmaya devam etmesi üzerine Bakanlık Bankalar kanunu 64/2 maddesi gereğince 26 Mayıs 1997 tarihinde Bankanın yönetimini Merkez Bankası Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (“TMSF”) devretmiştir.
TMSF bankanın mali krizinin mevduat sahiplerinin çıkarları ile genel bankacılık sistemi karşısında ciddi risk oluşturduğu inancıyla 3 Haziran 1997 tarihinde bankalar kanunu 65’inci maddesi gereğince bankanın bütün borçlarını üstlenmiş buna mukabil olarak hisselerinin tamamını devralmıştır. Böylece TMSF bütün varlıkları ve borçları ile birlikte bankanın tek sahibi olmuştur.
Devrin tamamlanmasına rağmen başvuran Banka yönetimine 27 Haziran 1997 tarihinde bir bildirimde bulunarak bir genel kurul toplantısı yapılması çabalarında ısrarlarını sürdürmüştür. Buna karşılık TMSF mahkemenin önceden vermiş olduğu yetkilerin yasal dayanağının kaybolduğunu çünkü başvuranın artık hissedar olmadığını izah etmiştir.
Bu arada Yargıtay 11’inci dairesi başvuranın temyiz talebini görüşmüştür. Mahkeme, Bankaya 1994 yılında 64’üncü madde rejiminin uygulandığını ve başvuranın yıllarca buna karşılık olarak iptal talebinde bulunmadığını ortaya koymuştur. Buna dayanarak mahkeme ileri sürülen gündemin 64’üncü madde rejimine tamamen uygunsuz olduğuna karar vermiştir. Madde 64 tedbirleri belirli kritik konuların hissedarların hükümranlığından Hazine ve Bakanlık hükümranlığına geçmesini öngördüğünden hissedarlar teklif edilen gündem ile bir toplantı yapmak ve bunlar üzerinde kararlara varmak yetkisine sahip değildir. Buna uygun olarak 17 Temmuz 1997 tarihinde ilk talebi geri çevirmiştir.
Temyiz duruşmaları sürecinde başvuran Bankalar Kanunu 64’üncü maddesinin anayasaya aykırı olduğunu ileri sürerek mahkemeden davayı anayasa mahkemesine sevk etmesini istemiştir. Ancak mahkeme, başvuranın konuyu daha önce ayrı bir dava ile Anayasa Mahkemesine götürmüş olması nedeniyle bunun gereksiz bir uygulama olacağına karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi 9 Ekim 1997 tarihinde Bankalar Kanunu (bir bankanın yönetiminin TMSF’ye devrine yetki veren) 64/2 maddesinin ve (bir bankanın hisselerinin TMSF’ye devrine yetki veren) 65/1(a) maddesinin usul yönünden anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir. Mahkeme bu iki hükmü taşıyan kanun maddesinin, Bakanlar Kuruluna bu kararnameyi geçirme yetkisini veren kanunun anayasaya aykırı olması gerekçesiyle iptal edilmesi gerektiğini öngörmüştür.
İstanbul 7’nci Ticaret Mahkemesi 26 Aralık 1997 tarihinde Yargıtay’ın kararına uyarak başvuranın talebini reddetmiştir. Başvuranın tekrar temyize gitmesi üzerine Yargıtay 20 Ekim 1998 tarihinde başvuruyu reddetmiş ancak bu kez başvuranın anayasaya aykırılık itirazına değinmemiştir. Bununla birlikte bundan kısa bir süre sonra başvuranın karar düzeltmesi talebi üzerine aynı vakayı tekrar incelemiştir. Anayasa Mahkemesi söz konusu kararının Nisan 1998’e kadar yürürlüğe girmemiş olduğunu halbuki bankanın 1994 yılında 64’üncü madde rejimine tabi tutulduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme yasal güvenlik ilkesine göre Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye dönük olarak çalışmayacağını öne sürmüştür. Buna uygun olarak 12 Şubat 1999’da karar düzeltmesi talebini geri çevirmiştir.
2. Başvuranın hisse ve yönetim devri ile ilgili çabaları
Başvuran 9 Temmuz 1997 tarihinde devrin iptali talebiyle Ankara 8’inci İdare Mahkemesine başvurmuştur. Başvuran Bankalar Kanunu 64 ve 65’inci maddelerinin anayasaya aykırı olduğunu, devrin altında yatan amacın bir genel kurul toplantı çağrısı yapılmasını engellemek olduğunu öne iddia etmiştir.
Mahkeme, anayasaya aykırılık konusunu Anayasa Mahkemesine sevk etmiş ve 14 Temmuz 1997 tarihinde davanın esası üzerine karar verilinceye kadar devrin yürütülmesini durdurma kararı vermiştir. TMSF 11 Ağustos 1997 tarihinde kendi arzusuyla devir faaliyetinden çekilmiş ve hisseleri önceki sahiplerine iade etmiştir. Mahkeme ilgili makamın geri çekilmesi sonucunda uyuşmazlığın ortadan kalkmış olması nedeniyle 24 Şubat 1998 tarihinde davayı düşürmüştür.
3. Başvuranın bankanın tasfiyesi ile ilgili çabaları
Hisselerin iadesinden kısa süre sonra Banka 29 Ağustos 1997 ve 3 Şubat 1998 tarihlerinde kayıp hisse sermayesinin toparlanması amacıyla iki olağanüstü genel kurul toplantısı yapmıştır. Banka sermayesini ilk olarak 3 trilyon Türk Lirasından 50 trilyon Türk Lirasına daha sonra da 120 trilyon Türk lirasına artırmaya karar vermiştir. Başvuran her iki kararın lehine oy vermekle birlikte Bankanın davetine rağmen artırımına katılmamıştır. TMSF bankanın mali durumunu düzeltme çabasıyla tek başına para girişi yapmıştır. Bunun sonucu olarak TMSF yaklaşık % 85 – 90 hisse payı ile en büyük hissedar olmuşken başvuranın payı % 5 ila 10 civarına düşmüştür.
TMSF 4 Ağustos 1998 tarihinde elindeki banka hisselerini satmak için bir ihale düzenlemiştir. İhale 600 milyon Amerikan Doları (USD) teklif eden bir iş adamında kalmıştır. Ancak iş adamının ihaleden önce bazı siyasi liderlerle diğer katılımcılarla kanuna aykırı temaslarda bulunduğu gerekçesiyle ihaleden birkaç ay sonra satış iptal edilmiştir.
TMSF satışı yeniden başlattığında iki yeni potansiyel alıcı ortaya çıkmış ancak bankanın mali ve yasal kayıtlarını inceledikten sonra işlemden geri çekilmişlerdir.
Bankayı satmak için sonuçsuz kalan bu çabalardan sonra bankacılık düzenleme kurulu Bankanın geniş çapta sermaye katkısı olmadan mali zorluklarından kurtulamayacağına ikna olmuşlardır. Bu bağlamda düzenleme kurlu 15 Haziran 2001 tarihinde Bankanın bankacılık faaliyetinde bulunma ve mevduat kabul etme ruhsatını geri almaya karar vermiştir. Düzenleme kurulu ayrıca bankayı tasfiye etmeye karar vermiştir.
Başvuran 26 Mayıs 2001 tarihinde Danıştay 10’uncu Dairesine başvurarak düzenleme kararını iptal etmesini ve geçici tedbir olarak yürütmeyi durdurmasını talep etmiştir. Mahkeme 13 Temmuz 2001 de geçici tedbir talebini reddetmiş ve lehte faaliyete devam kararı vermiştir. Başvuranın temyiz talebi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu – “DIDDGK” 28 Eylül 2001 tarihinde tedbir kararı almış, Yüksek İdare Mahkemesi 17 Mayıs 2002 de davayı reddetmiştir.
Banka 9 Ağustos 2002 tarihinde bir genel kurul toplantısı yaparak tasfiyesine karar vermiştir. Başvuran karar aleyhine oy kullanmış ve kararın iptali için İstanbul 9’uncu Ticaret Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme ilk olarak 29 Kasım 2002 de yürütmeyi durdurma kararı vermiş ancak davayı tekrar inceleyip 4 Mart 2003 tarihinde kararını geri çekmiştir. Başvuran kararı geri çeken yargıçları taraflı oldukları gerekçesiyle reddetmiştir. Dava İstanbul 4’üncü Ticaret Mahkemesince amaçsız ve mesnetsiz bulunarak reddedilmiştir. Yargıtay 12 Eylül 2003 tarihinde kararı onaylamıştır.
Aynı zamanda DIDDGK huzurunda idari işlemlere devam edilmiştir. Mahkeme 18 Ekim 2002 tarihinde 17 Mayıs 2002 tarihli kararı alt mahkemenin düzenleme kurulunun takdirinin uygunluğunu incelemesi gerektiği fikrine dayanarak usulden bozmuş ve başvuran tarafından daha önceden gönderilmiş bulunan uzman raporunun ağırlığını daha iyi değerlendirmesi için uzman görüşü istemiştir.
İnceleme sırasında Yüksek İdari Mahkeme düzenleme kurulunun Bankanın acizliğinin açıklamasını ve mali verilerini sağlaması talep etmeye kararı vermiştir. Bundan sonra mahkeme Bankacılık sisteminin ve Bankanın mevduat sahiplerinin çıkarlarının korunması açısından bankanın ruhsatlarının geri alınmasının ve tavsiye edilmesinin haklı bir tedbir olduğuna karar vermiştir. Mahkeme, başvuran tarafından öne sürülen bankanın acizlikten kurtulmakta olduğu şeklindeki uzman görüşüne katılmamıştır. Mahkeme gözle görülen iyileşmenin sadece TMSF tarafından enjekte edilen büyük miktarlardaki nakit girişi sayesinde olduğuna ve bankanın kendi varlıklarına dayanarak ayakta kalmasının mümkün olmadığına karar vermiştir. Bu bağlamda mahkeme başkaca bir uzman görüşüne gerek olmadığına karar vererek davayı 31 Ekim 2003 tarihinde reddetmiştir.
DIDDGK 25 Mart 2004 tarihinde başvuranın temyiz başvurusunu reddetmiş ve 31 Ekim 2003 tarihli kararı onaylamıştır.
B. İlgili yerel kanun
3182 Sayılı Bankalar Kanunu Madde 64:
“MALİ YAPININ GÜÇLENDİRİLMESİ”
MADDE 64: (1) Denetim incelemelerinin sonucunda bir bankanın mali yapısının şiddetle zayıfladığı tespit edildiğinde Bakan uygun bir zaman süresi vererek yönetim kurulundan:
(a) sermayeyi artırmasını veya ödenmemiş sermaye taahhüt borçlarının toplanmasını veya tali krediler alınmasını;
(b) temettülerin ödenmeyip tahsili mümkün olmayan alacaklar karşılığı olarak ayrılmasını;
(c) bazı şubeleri kapatarak, ilave istihdamı durdurarak veya sınırlayarak masraflarını kısmasını;
(d) bağlılarının veya sabit varlıklarının hepsini veya bir kısmını elden çıkarmasını;
(e) riskli işlemlerden kaçınmasını, kredi vermeyi sınırlaması veya durdurmasını ve geri dönmeyen veya donmuş kredilerin takip tedbirlerini artırmasını;
(f) kanunları ihlal ettiği ve bankanın mali yapısını zayıflattığı tespit edilen memurların vekaletnamelerini geri çekmesini;
(g) hissedarlar genel kurulunu toplamasını
(h) mali yapının güçlendirilmesi için gerekli görülen diğer tedbirleri almasını talep edebilir.
Bankanın yönetim kurulu buna uygun tedbirleri almaya ve Müsteşarlığa (Hazine) kararları ve tedbirleri hakkında aylık raporlar vermeye mecburdur.
Yukarıda belirtilen hükümlere bakılmaksızın, Bakan üyelerin hepsine veya bazılarına işten el çektirerek veya üye sayılarını artırarak gerektiğinde önceden Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasına danışarak yönetim kurullarına, yöneticiler komitelerine veya denetim kurullarına yeni üyeler atamaya ve mali yapının güçlendirilmesi için yedek akçe vecibelerinden hiçbir faiz uygulamaksızın vazgeçmek veya ertelemek gibi gerekli bütün tedbirleri almaya yetkili olacaktır.
(2) Bakan, alınacak tedbirler için talep yapılmasına bakılmaksızın önceden Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasına danışarak bankanın yönetimini Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devretmeye yetkilidir.
3182 Sayılı Bankalar Kanunu Madde 65:
“TASARRUF MEVDUATI SİGORTA FONU
FONUN KURULUŞU, İŞLEVLERİ VE YETKİLERİ”
MADDE 65: (1) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (“Fon”) bankacılık sektöründe güven ve dengeyi muhafaza etmek, bankaların mali yapılarını güçlendirmek ve gerektiğinde yeniden yapılandırmak ve bankalardaki tasarruf mevduatını teminat altına almak üzere kurulmuş yasal bir kuruluştur.
Fon, madde 64’e göre bir bankanın yönetiminin fona devir tarihi itibariyle bilançosunu dikkate alarak:
(a) bankanın zararlarını devralmaya;
(b) her menkul kıymeti, gayri menkul mülkü, sermaye hisselerini, alacaklarını ve ticari işlemler çerçevesinde kabul edilmiş taahhütlerini tasfiye etmeye, alacakları ve ödemeleri, sözleşmeleri, ayarlamaları, bankanın taahhüt edilmiş hisselerini teminat altına almak veya bu amaçla veya satmak amacıyla nakde çevirme vadelerini artırmak, bankanın varlıklarını ve pasiflerini teminat altına almak, bankanın mevduat sahipleri dahil olmak üzere alacaklılarına talepleri halinde kısmen veya tamamen hisse senetleri vermek gibi gerekli tedbirleri almaya yetkili ve görevlidir.
Paragraf (a) bağlamında yapılan ödemeyle ilgili hisselerin mülkiyeti her hangi bir işleme gerek görülmeksizin fona devredilir. Böyle bir durumda hissedarları hisseleri mevcutları oranında azalacaktır.
Bankanın üçüncü şahıslara karşı fon tarafından üstlenen varlıkları ve borçları ile ilgili bütün hakları hiçbir yasal işleme gerek görülmeksizin fona devredilir..”
ŞİKAYETLER
Başvuran, Konvansiyonun 6-1 maddesine göre yerel soruşturmaların muhtelif yönlerden bunun bir haklı dava olduğunu inkar ettiğini şikayet etmiştir. Bu açıdan başvuran özellikle aşağıdaki konulardan şikayetçidir:
1. Yargıtay 17 Temmuz 1997 tarihli kararında başvuranın Anayasa Mahkemesine anayasal davetini reddetmiştir;
2. Yargıtayın 20 Ekim 1998 tarihli kararı başvuranın anayasaya aykırılık itirazını ifade etmemiştir;
3. Aynı mahkeme bir genel kurul toplantısı yapılması talebini reddederken Anayasa Mahkemesi tarafından geçersiz olduğu beyan edilmiş bulunan bir yasaya dayanmış ve 64’üncü maddeyi yanlış yorumlamıştır;
4. 25 Haziran 2001 tarihinde başlayan idari dava aşırı bir süre devam etmiştir;
5. ticari mahkemeye tasfiye kararı aleyhine vermiş olduğu dilekçesi taraflı yargıçlarca ele alınmıştır;
6. idari soruşturmalar kamuya duyuru yapılmadan yürütülmüştür;
7. aleyhinde verilen karar yeterli gerekçe taşımamaktadır;
8. idari soruşturmada Danıştay Başsavcısının lehte görüşüne rağmen mahkeme başvuran aleyhine karar almıştır;
9. Yüksek İdari Mahkemenin 31 Ekim 2003 tarihli kararı bir başka uzman görüşü alınması ile ilgili olarak DIDDGK ‘nın önceki kararına uymamaktadır;
10. düzenleme kurulu tarafından gönderilen açıklamalar ve mali veriler başvuranın uzman görüşünden üstün sayılmıştır;
11. yargıçlar, Adalet Bakanı ile Bakanın Danışmanının göre aldığı Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından idare edildiği için Türk mahkemeleri bağımsız ve tarafsız değildir; ve son olarak
12. bazı yürütmeyi durdurma talepleri makul bir süre içinde veya hiçbir şekilde kararlaştırılmamıştır.
Başvuran bundan başka Konvansiyonun 10’uncu maddesine göre yetkili makamların bir genel kurul toplantısı yapılmasına izin verilmesini reddetmelerinin ifade özgürlüğü hakkının ihlalini oluşturduğundan şikayet etmiştir.
Son olarak 1 Numaralı Protokolün 1’inci Maddesine göre başvuran yetkili makamların birlikte hareketinin mülkiyetini örneğin hisselerini huzur içinde kullanma hakkını ihlal ettiğinden de şikayet etmiştir.
KANUN
1. Başvuran yukarıda özeti verilen yerel işlemlerin muhtelif yönleri açısından haklı bir yargıya tabi olmadığından şikayet etmiştir. Başvuran Konvansiyonun aşağıda kısmen ifade edilen 6-1 maddesine dayanmıştır:
“medeni hakların ve görevlerin belirlenmesinde... herkes tarafsız bir mahkeme huzurunda makul bir süre içersinde haklı ve açık duruşma hakkına sahiptir...”
Başvuranın değişik aşamalarda geliştiğinden şikayetçi olduğu yerel işlemlere rağmen, bunların hepsinin altında aynı anlaşmazlık yatmaktadır. Buna uygun olarak, Mahkememiz iki başvuruyu bu inceleme altında birleştirmeyi uygun görmektedir.
Mahkememiz karşı çıkılan ticari ve idari davaların bir bütün olarak başvuranın bankanın hissedarı olarak Türk hukukuna göre şirketin karar vermesine katılma hakkını iddia edebileceği şeklindeki “medeni hakları ve görevlerinin” belirlenmesi hususunda yer aldığını bilmektedir. (Yunanistan’a karşı Pasifis ve diğerleri davası dosya no.163/1996/782/983, 26 Şubat 1998 tarihli dava, Yargı Bildirileri ve Kararlar 1998-I). Bu nedenle Madde 6-1 bu davaya uygulanabilir.
Başvuranın bu başlık altındaki şikayetlerine gelince, Mahkememiz aşağıdaki uygulamaları yapmaktadır:
1. Başvuranın Anayasa Mahkemesine gitmesinin Yargıtay tarafından reddedilmesi başvuranın bu davasının görülmesi hakkını bozmamıştır. Yargıtay’ın belirttiği gibi başvuranın Anayasa Mahkemesi huzurunda aynı konu ile beklemekte olan bir başka davası zaten vardır.
2. Yargıtay’ın 20 Ekim 1998 tarihli kararının başvuranın anayasaya aykırılık itirazını ifade etmemiş olması aynı mahkeme tarafından bir sonraki karar düzeltme incelemesi sırasında gecikmeye mahal verilmeksizin telafi edilmiştir.
3. Aynı mahkeme başvuranın talebini, madde 64 rejiminin karar verme yetkisini ilgili makamlara bıraktığı gerekçesiyle reddetmiştir.
Rejimin altında yatan vaat Bankanın kendini gerektiği gibi yönetemediği ve mevduat sahipleri ile genel bankacılık sektörü için ciddi riskler oluşturduğudur. Mahkeme ayrıca, bankanın yakından takibe alınmasının 1994’de yürürlüğe konulduğunu halbuki Anayasa Mahkemesinin hakim hükmünün ise 1998’de yürürlüğe girdiğini de ortaya koymuştur. Mahkemenin izah ettiği gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının Türk Hukukunda geriye dönük etkisi olmadığı ve icra edilmiş yasal faaliyetlerin ve oluşturulmuş yasal ilişkilerin o şekilde bırakıldığı bir gerçektir. Kanunlar veya bazı hükümleri anayasaya aykırı ilan edildikleri andan itibaren geçersiz olmuşlar ve yürürlük tarihinden itibaren “sonrası” için uygulanamaz olmuşlardır. Yerel mahkemenin madde 64’ü yanlış yorumlaması iddiasına gelince, Mahkememiz yerel mahkemelerin bulgularını değiştirme yetkisi olmadığında ısrar etmektedir (Fransa’ya karşı Kemmache davası 24 Kasım 1994, Seri A No.296-C-44). Mahkememizin görevi muamelelerin bir bütün olarak haklı olup olmadıklarını ve Konvansiyonda belirtilen özel tedbirlere uyulup uyulmadığını incelemektir. Mahkememiz bu dava dosyasında Yargıtayın kararlarında bu gibi bir uygunsuzluk veya tahkimsizlik tespit etmemiştir.
4. İdari muameleler 25 Haziran 2001 tarihinde başlamış ve 25 Mart 2004 tarihinde yani iki yıl dokuz ay içersinde sona ermiştir. Başvuran bu muamelelerde yerel mahkemelere yüklenebilecek her hangi bir özel gecikmeye işaret etmemiştir. Daha ziyade bunların genel süresinin aşırı olduğundan şikayet etmiştir. Mahkememiz bu süre zarfında Yüksek İdare Mahkemesi tarafından başvuranın bir dizi geçici tedbir talepleri görüştüğünü, davanın lehine kararlar verdiğini, daha sonra daha fazla bilgi almak amacıyla geçici karar aldığını ve son olarak da alınan ilave bilgiler ışığında bir kez daha lehte karar aldığını görmektedir. Aynı süre zarfında DIDDGK başvuranın temyiz ve karar düzeltme taleplerini görüşmüş ve karara bağlamıştır. Mahkememiz iki vakada da idari muamelelerin muhtelif incelemeleri ve kararları gerektirdiğini görmektedir. Mahkememiz buna uygun olarak bu muamelelerin süresinin aşırı kabul edilemeyeceğine görmektedir.
5. Mahkememiz, başvuranın ticari mahkemenin tarafsız olmadığı konusunu ortaya koyabilecek hiçbir hedef ve kesin gösterge belirtmediğine dikkat etmiştir. Dava dosyasından anlaşıldığına göre başvuran sadece belirli muamelelerin sonucuna dayanarak yargıçların taraflı olduklarından şüphe etmiştir.
6. Başvuranın bir duruşmadan yararlanmasının reddedildiği iddiasına rağmen, mahkememiz idari muamelelerin aslında bir duruşma gerektirmediğinin farkındadır. Yüksek İdare Mahkemesinin 17 Mayıs 2002 tarihli kararından anlaşıldığı üzere mahkeme 26 Şubat 2002 tarihinde bir duruşma yapmış ve bu duruşmada başvuranın temsilcisi hazır bulunarak savunma yapmıştır. Yine de DIDDGK başvuranın duruşma talebini İdari Usuller Kanunu ilgili hükümlerine göre reddetmiştir. Mahkememiz madde 6-1 anlamında bir duruşma olup olmadığını incelemek amacıyla muamelelerin bir bütün olarak ele alınması gerektiğini bilmektedir. Yüksek mahkemenin menfaatler doğrultusunda bir konuda karar vermemesi durumunda temyiz duruşmasının olmaması madde 6-1’e göre bir konu oluşturmaz (bak. İsveç’e karşı Helmers davası 29 Ekim 1991 Seri A no.212-A, sayfa 16 – 36; Fransa’ya [GC] karşı Meftah ve Diğerleri davası no.32911/96, 35237/97 ve 34595/97, ECHR 2002-VII 41). Mahkememiz bu açıdan Türk hukukunun bir gereği olarak DIDDGK’nın incelemesinin kanun konuları ile sınırlı olduğunu ve kararlarının daha alt seviye mahkemelerin kararlarını değiştirmeyeceğini ancak tekrar incelenmek üzere geri gönderilebileceğini kabul etmektedir. Mahkememiz, bu nedenle DIDDGK seviyesinde bir açık duruşma yapılmamasının madde 6-1 karşıtı bir konu oluşturmayacağını kabul etmektedir.
7. Madde 6 sadece yerel kararların gerekçeli olmasını gerektirmektedir. Tartışmaların ayrıntıları veya derinliğinin asgari seviyesini belirtmez. Mahkememiz söz konusu kararların kendi bulgularına gerekçe vermiş olduğunu ve bu nedenle madde 6’nın bu bağlamdaki gereklerinin birinci dereceden karşılanmış olduğunu kabul etmektedir. (Bak. İspanya’ya karşı Garcia Ruiz davası no. 30544/96 ECHR 1999-I madde 23-29).
8. Ne Türk hukuku ne de Konvansiyon düsturu yerel mahkemelerin bir savcının görüşüne bağlı olmasını gerektirmez. Ayrıca, mahkememiz bu vakada Yargıtay’ın savcının görüşleri ile ters düşen bir hukuk raportörünün de analizlerini aldığını bilmektedir.
9. Mahkememiz ayrıca Yüksek İdare Mahkemesinin de geri dönen karara göre taraflı hareket ettiğini de görmektedir. Ancak bu durum otomatik olarak bir tahkimsizlik olayı şeklinde açıklanamaz. Her ne kadar ikinci bir seçenek olarak bir uzman görüşüne karar vermemiş olsa da muhatap bankacılık sözcüsünden ilave bilgi ve veriler alınmış ve gereken talepler yapılmıştır. Sonuç olarak, Yüksek İdare Mahkemesi düzenleme kurulunun bankanın ruhsatlarının geri alınmasında ve bankanın şirket kararları doğrultusunda tasfiye edilmesi kararlarının alınmasında doğru davrandığına karar vermiştir. DIDDGK bu daha önemli ikinci kararı onaylamış ve ilave bir uzman görüşü alma yoluna gitmiştir. Bu daha önce vermiş olduğu kararla uyumsuz değildir çünkü sadece usul yönünden yani yetersiz yargısal inceleme yönünden dayanak teşkil etmemektedir.
10. Mahkememiz madde 6’nın bir yerel mahkemeye bir uzman görüşünü kendi analizlerinden, değerlendirmesinden veya gerçek bulgularından önce tutmasını gerektirmediğini bilmektedir. Bu vakada bankacılık yetkilileri idari mahkeme huzurunda, bankanın mali durumunun uzun süreden beri gittikçe zayıfladığını ve düzenleme kurulu tarafından büyük ilave sermaye katkısı olmaksızın güçlenemeyeceğini çünkü başvuran dahil olmak üzere diğer hissedarların bunu yapabilecek kapasitede olmadığını gösterecek ayrıntılı bilgi ve mali verileri iki gönderi grubu halinde sağlamışlardır. DIDDGK bu tedarikler sonucunda ikna olup buna uygun karar almıştır. Bundan başka, mahkememiz başvuranın kendisinin gönderilerinde bankanın o tarihte gerçek anlamda iflas ettiğini ve varlıklarının buharlaştığını itiraf ettiğini bilmektedir.
11. Mahkememiz 57175/00 sayı ve 28 Ocak 2003 tarihli Türkiye karşısında İmrek davasından hatırlanacağı gibi Türk hukukunun medeni hukuk yargıçlarına sağladığı anayasal ve hukuksal teminatların onların organik bağımsızlık ve tarafsızlıklarını sağlayacak kadar yeterli olduğunu bilmektedir. Bu nedenle, mahkememiz Yüksek Yargıçlar ve Savcıları Kurulunun varlığı nedeniyle bağımsızlık veya tarafsızlığı etkileyen her hangi bir konu görmemektedir. Her ne kadar İmrek kararı Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yer alan sivil yargıçlarla ilgili idiyse de o davanın analizleri Türk yargısının her kolundaki bütün sivil yargıçlara aynı şekilde uygulanır.
12. Başvuranın yürütmeyi durdurma talepleri hakkındaki kararların olmaması veya gecikmeleri ile ilgili olarak iddia edilen ihlal sadece taslak kararlarla ilgili olup davanın menfaatleri doğrultusunda alınmış her hangi bir kararı ilgilendirmemektedir. Mahkememiz daha önce de bir taslak kararla ilgili olup medeni hakların ve görevlerin belirtilmesinin söz konusu edilmediği ve vakanın ana menfaatleri ile ilgili her hangi bir kararın verilmediği ara muameleleri yapmış bulunmaktadır (39754/98 sayı ve 13 Ocak 2000 tarihli Slovakya karşısında APIS a.s. davası ile 41237/98 sayı ve ECHR 2000-VIII dayanaklı Portekiz karşısında Moura Carreira ve Lourenço Carreira davası). Mahkememiz Madde 6’nın bu yönü açısından yapılan şikayetin Konvansiyonun 35-3 maddesi bağlamında maddenin miktarı ile uygun olmadığını düşünmektedir.
Mahkememiz yukarıdaki tartışmanın ışığında başvuranın 6’ncı madde kapsamındaki şikayetlerinin açıkça bir bütün olarak mesnetsiz olduğuna ve Konvansiyonun 35-3 maddesi gereğince reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir.
2. Başvuran bundan başka bir genel kurul toplantısı yapılması davetine idari makamların ve mahkemelerin izin vermemesinin aşağıda özeti verilen Konvansiyonun 10’uncu maddesinde ortaya konulan özgürlüğünü ifade etmek hakkını da ihlal ettiğini şikayet etmektedir.
“1. Herkesin ifade etme özgürlüğü vardır. Bu hak kamu yetkililerinin müdahalesi olmaksızın görüş bildirmek ve bilgi ve fikir alıp tarafı olmak hakkını da içerir..”
Mahkememiz bu durumun Konvansiyonun 6-1 maddesi kapsamındaki şikayet ile birlikte incelenmiş bulunduğunu bilmektedir ve yukarıdaki bulgularının Konvansiyonun 10’uncu maddesine göre olan şikayet bağlamında da geçerli olacağını kabul etmektedir.
Bu şikayetin de mesnetsiz olduğuna ve Konvansiyonun 35-3 ve 4 maddesi gereğince reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir.
3. Başvuran aşağıda belirtilen 1 sayılı protokolün 1’inci maddesi gereğince korunan mülklerinden huzur içinde yararlanma hakkının yetkili makamların müşterek davranışı nedeniyle ihlal edildiğinden de şikayet etmiştir:
“Her bir gerçek ve tüzel kişi kendi mülklerinden huzur içinde yararlanma hakkına sahiptir. Kamu çıkarları ve kanun ile belirtilen durumlar dışında hiç kimse bu haklarından mahrum edilemez..
Bununla birlikte yukarıdaki hükümler bir Ülkenin genel çıkarları açısından mülk kullanmayı kontrol etmek için gerekli bulunan kanunları yürütme yetkisini hiçbir şekilde kısıtlamayacaktır”
Başvuran kimlikleri açıklanmayan bazı devlet görevlilerinin bankanın yönetim kuruluna tarafsızlık ilkelerine uygunsuz iş faaliyetlerine girmeleri için siyasi baskı uyguladıklarını iddia etmiştir. Ayrıca bankanın hazinenin yakın takibi altında iken de kötü yönetildiğini iddia etmiştir. Bu bağlamda bir genel kurul toplantısı yapmanın iddia edilen yanlış yönetimi engelleyemeyecek olduğunu da öne sürmüştür. Ayrıca yetkili makamlar tarafından hileli ve yasadışı olduğu iddia edilen sermaye artırımları ile bankanın çoğunluk hissedarının uzaklaştırıldığını da iddia etmiştir. Son olarak da bankanın ruhsatlarının geri alınmasının ve dağıtılıp tasfiye edilmesinin de yasadışı olduğunu öne sürmüştür.
Bu iddiaların ışığında, mahkememiz bu vakada başvuranın yerel makamlarca doğrudan mülkiyet haklarından mahrum bırakılması söz konusu olmadığını ve bu mahrumiyete her hangi bir müdahale bulunmadığını anlamaktadır. Başvuranın hisseleri geçici olarak devralınmakla birlikte bunlar yetkili makamlarca iki ay sonra iade edilmiş bulunmaktadır. Mahkememiz başvuranın ikinci derece şikayetinin çoğunluk hisse sahibi olarak banka üzerinde bulunan etki ve yetkisinden mahrum bırakılması olduğunu dikkate almaktadır.
Mahkememiz bu maddedeki “mülkiyetler” ifadesinin sadece fiziksel malların sahipliği ile kısıtlı olmayan özerk bir anlamı bulunmakta olduğunu dikkate almaktadır, şöyle ki varlıkları oluşturan belirli bazı diğer haklar ve çıkarlar da mülkiyet hakları dolayısıyla bu hüküm kapsamındaki mülkiyetler olarak anlaşılabilmektedir. (bak. Hollanda karşısında Gasus Dosier- und Föndertechnik GmbH davası sayı 15375/89 tarih 23 Şubat 1995 Seri A no.306-B). Buna uygun olarak şirket hisseleri de mülkiyet olarak kabul edilebilir (bak. İsveç karşısında Bramelid ve Malmström davası dosya no.8588/79 ve 8589/79, 12 Ekim 1982 tarihli komisyon kararı, Kararlar ve Raporlar (DR)29).
Mahkememiz ayrıca bir şirket hissesinin, sahibinin şirket üzerinde hisse ile birlikte tekabül eden haklara da sahip olduğunu gösteren karmaşık bir madde olduğunu da kabul etmektedir. Bu sadece şirket varlıkları üzerinde dolaylı bir hak olmayıp aynı zamanda şirket siyaseti üzerinde etki sahibi veya varlıklarını kontrol etme hakkı sahibi olmak gibi diğer haklar anlamına da gelmektedir. (İsveç karşısında S ve T Şirketi davası, dosya no.11189/84, 11 Aralık 1986 Komisyon Kararı, DR 50 sayfa 138).
Bununla birlikte aşağıda verilen analizler doğrultusunda mahkememiz 1 Numaralı Protokolün 1’inci Maddesi anlamında çoğunluk hissedar olarak etki ve yetki belirlemenin bir “mülkiyet” olması gerektiğini düşünmemektedir:
Mahkememiz yönetim kurulunun iddia edilen yanlış yönetiminin ve devletin bankalar kanunu 64’üncü maddesi gereklerine göre etkin kontrol uygulamaması durumlarının esasen yerel makamlar, özellikle de mahkemelerce kararlaştırılması gerektiğini düşünmektedir. Mahkememiz ayrıca, başvuranın 1995 ve 1996 da iki olağan genel kurula katıldığını; bankanın hesap özetlerini ve diğer kayıtlarını incelemiş olması gerektiğini ve her hangi bir yanlış yönetim veya yanlış yönlendirmeden haberdar olduğunu veya olması gerektiğini düşünmektedir. Başvuran münferit yönetim kurullarının tüzel yükümlülükten el çektirilmesi kararlarına muhalif oy kullanabilirdi ve banka namına tazminat davası açabilirdi.
Dolayısıyla, mahkememiz, 1 Numaralı Protokolün 1’inci Maddesinin bir kişinin şirket hisselerinin değerini muhafaza etme hakkını öne sürüp sürmediğine bakılmaksızın, başvuranın bir olağanüstü genel kurul toplayamaması ile hisse değeri şartlarındaki iddia edilen kayıplar arasında kasıtlı bir bağlantı olmadığına hükmetmektedir.
Yargıtayın Bankalar Kanunu 64’üncü maddesini yanlış yorumlaması nedeniyle maruz kalındığı iddia edilen zararlara gelince, mahkememiz bu şikayeti yukarıdaki 6’ıncı madde kapsamında incelediğini ve yerel mahkemenin kararında her hangi bir haksızlık görmediğini hatırlatır. Burada da başkaca bir karara varmak için gerekçe yoktur.
Başvuran devralma vakasının sadece bir genel kurul toplantısı yapılmasından kaçınmak için olduğunu iddia etmiştir. Mahkememiz bu şikayeti de inceleme gereği duymamıştır, çünkü altındaki neden ne olursa olsun devralma kararı iki ay sonra geri çekilmiş ve başvuranın hisseleri iade edilmiştir. Bu nedenle başvuran devralma mağduru olduğunu iddia edemez.
Ayrıca, başvuran yetkili makamların siyasi fesat nedeniyle ihaleyi iptal ettiği ve bir sonraki en yüksek teklifi verene verilmesini reddettiği şikayetinde bulunmuştur. Başvuranın iddiasına göre bu durum hisselerinin değer kaybetmesine neden olmuştur. Mahkememiz, yetkili makamların ihale ile ilgili davranışının başvurana 1 Numaralı Protokolün 1’inci Maddesi bağlamında şikayet hakkı vermediğini kabul eder. Satışa sunulan hisseler başvurana değil TMSF’ye aittir. Bu nedenle yetkililerin kendi hisseleri ile ilgili takdirleri devletin başvuranın hisselerinden huzur içinde yararlanmasına bir müdahalesi veya bunların kullanımı üzerine her hangi bir kontrolü olarak yorumlanamaz. Ayrıca başvuranın kendisi bile ihaleyi kazananın diğer katılımcılarla ve tabii ki ikinci en yüksek teklif verenle de gizli ittifak yaptığını ileri sürmüştür. Dolayısıyla, başvuran ihalenin bir diğer katılımcıya verilmiş olmasını makul olarak bekleyemezdi.
Son olarak, mahkememiz başvuranın hileli sermaye artırımı iddialarını tamamen mesnetsiz bulmaktadır. Bankanın genel kurul tutanaklarından anlaşıldığına göre başvuranın kendisi de bu artırımlar lehinde oy kullanmakla birlikte kendi payını yatırmamıştır.
Dolayısıyla bu şikayeti de açıkça yersizdir ve Konvansiyonun 35-3 ve 4 maddesi gereğince reddedilmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle mahkememiz oy birliği ile başvuruların birleştirilmesine karar vermiş ve başvuruların kabul edilemez olduklarını ilan etmiştir.
S. DOLLE J-P. COSTA
SEKRETER BAŞKAN